Amigo Orhan'dan Eskişehirspor ruhu

Site İçi Arama


AMİGO ORHAN'DAN ESKİŞEHİRSPOR RUHU

Amigo Orhan'dan Eskişehirspor ruhu

Ve bu başkaldırının arkasında "bir olalım, iri olalım, diri olalım" diyen, yediden yetmişe kenetlenen bir kitle yer alır. Bu kitlenin lideri ise Amigo Orhan adıyla maruf Orhan Erpek'tir.

8611 Okunma

Bugün "Anadolu ihtilali" diye bahsettiğimiz başkaldırının meşale taşıyıcısı Eskişehirspor'dur. 1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren sahneye çıkıp 2 kupa kazanan, şampiyonluğu kıl payı kaçırıp ligi üç kez ikinci sırada tamamlayan Eskişehirspor. Kırmızı Şimşeklerin yaptığı çıkışı sadece saha içinde oynanan futbolla açıklamak ise son derece eksik bir teşhistir. Çünkü bu hareket aslında bir şehrin ayaklanması, İstanbul hegemonyasına başkaldırısıdır. Ve bu başkaldırının arkasında "bir olalım, iri olalım, diri olalım" diyen, yediden yetmişe kenetlenen bir kitle yer alır. Bu kitlenin lideri ise Amigo Orhan adıyla maruf Orhan Erpek'tir.

Bugün bir Anadolu futbolundan ya da Trabzonspor'un, Bursaspor'un şampiyonluklarından bahsedebiliyorsak, bunu bir ölçüde futbolun Anadolu'ya yayılması için büyük çaba harcayan dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak'a borçluyuz. Ve tabii ki bu ihtilâlin fitilini ateşleyen takım olan Eskişehirspor'a.

Elbette su akacak ve yolunu bulacak, Türkiye'nin sosyoekonomik gelişmesine paralel olarak Anadolu futbolu da hak ettiği yeri bir gün alacaktı ama bu gelişmeyi hızlandıran olay, Orhan Şeref Apak'ın her şehirde bir takım kurulması kararıyla küçük güçleri birleştirme politikasıydı.

O yıllardan önceki manzaraya baktığımızda, Türkiye'de futbol denildiğinde akla gelen üç şehir vardı. Birincisi, İmparatorluk Başkenti unvanıyla İstanbul, ikincisi ülkenin Batı'ya açılan penceresi İzmir ve Başkent olduktan sonra İstanbul'dan taşıdığı kurum ve kuruluşların arasına futbolu da katan Ankara.

Anadolu'nun başka kentlerinde de futbol oynanıyordu elbette ama gözlerden ve gönüllerden uzak. Hatta "resmi organizasyon" denildiğinde bazen İzmir ve Ankara bile devreden çıkıyor, sadece İstanbul takımları vitrinde parıldıyordu.

Orhan Şeref Apak'ın bu kısır tabloyu değiştirip ülkenin tüm futbol kaynaklarını harekete geçirme düşüncesi, 1965'ten itibaren Anadolu'nun dört bucağında pıtrak gibi şehir kulüplerinin kurulmasını sağladı. İşte bunlardan biri ve yerine getirdiği fonksiyonla çok farklı bir yere konulması gerekeni Eskişehirspor'du.

1965'te kurulan takım 1971 yılına kadar fırtına gibi esti ve Anadolu'da futbolun var olduğunu kanıtladı herkese. Tam üç sezon ligi ikinci sırada tamamladılar ve şampiyonlukları kıl payı kaçırdılar. Bir sezon Türkiye Kupası'nın yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da kazandılar. Dönemin en önemli teknik direktörlerinden Abdullah Gegiç yönetiminde elde ettikleri bu başarılar sayesinde Türk Millî Takımı'na

İsmail Arca, Fethi Heper, Kamuran Yavuz, Abdurrahman Temel, Ender Konca, Ayhan Asut, Doğan Tepeçalı, Vahap Bayer, Burhan Tözer ve Metin Parlaroğlu'nu gönderdiler.

İşte tam da bu nedenlerle, "Bugün bir Anadolu ihtilâlinden söz edilecekse, bu ihtilâlin meşale taşıyıcısı Eskişehirspor'dur" yargısına varmak hiç de abartılı olmaz.

O dönemde Kırmızı Şimşekler ya da "Es-Es" diye anılan Eskişehirspor'un yaptığı çıkışı sadece saha içinde oynanan futbolla açıklamak ise son derece eksik bir teşhistir. Çünkü bu hareket aslında bir kentin ayaklanması, İstanbul hegemonyasına başkaldırısıdır. Ve bu başkaldırının arkasında "bir olalım, iri olalım, diri olalım" diyen, yediden yetmişe kenetlenen bir kitle yer alır. Bu kitlenin lideri ise Amigo Orhan adıyla maruf Orhan Erpek'tir. 1960'ların sonunu yaşayanların canlı olarak izlediği, sonraki nesillerin ise bir efsane olarak dinlediği Amigo Orhan.

Orhan ağabey şimdilerde 75 yaşında. Son derece dinç ve sağlıklı. Futbol sahalarından elini eteğini uzun yıllar önce çekse bile gerçek bir spor adamı. Günümüzün kavgalı, gürültülü, çıkar ilişkili, küfürlü tribün ortamından uzakta, sakin bir hayat sürüyor Eskişehir'de. Sanki koskoca bir şehri harekete geçiren ve bir kitle ihtilâlinin liderliğini yapan adam değilmiş gibi, son derece mütevazı ve bir o kadar da münzevi bir hayat onunkisi.

Yıllardır içinde yaşadığımız şiddet, küfür, kavga ve çıkar zincirinde örülmüş tribün dünyasından kafamızı çıkarıp bir soluk alacak sığınak gibi gördük Orhan ağabeyi. İstanbul'dan yola çıkıp, kısa sürede Eskişehir'e düştük ve tertemiz akan Porsuk çayının kenarındaki bir kafede yavaş yavaş ısınarak sohbeti koyulttuk. Yavaş yavaş diyorum, çünkü Orhan ağabey geçmişten bahsetmeyi pek sevmiyor, kendinden söz etmekten ise hiç hazzetmiyor. Telefonla randevulaştığımızda , "Bir ön görüşme yapalım" demişti bana. Bunun anlamını masaya karşılıklı oturduğumuzda anlıyorum. Ne benim teybimi çalıştırmama izin veriyor önce, ne de foto muhabiri arkadaşım Haydar Tanışan'ın deklanşörüne basmasına. Bir süre sohbet edip karşısındaki adamları tartmak, samimiyetlerine güvenmek istiyor. Çünkü anlatacakları, kendi tabiriyle "derin mevzular" ve bugüne dek karşısına gelenler, meselenin bu yanıyla çok da ilgilenmemiş. Orhan ağabey için önemli olan "bir şehrin ayaklanması..." Ondan bir şeyler dinlemek isteyenler ise işin bu yanına fazla kulak asmadan, "O maçta o tribünü nasıl bağırttın?", "Şu maçta ne oldu?" gibi sorularla geçmiş karşısına.

Bu şüphelerle aynı masada karşılıklı sandalyeleri paylaştığımız Orhan ağabey, bir süre sonra bizim gerçekten de kendisini dinlemeye hazır olduğumuza kanaat getiriyor ve Anadolu ihtilâlinin doğuş hikâyesini anlatmaya başlıyor.

Bir spor şehri; Eskişehir


Amigo Orhan'ın anlatımıyla, Eskişehir, Anadolu'nun spora yatkın şehirlerinden birisidir. 1945'ten 1965 yılına kadar bir çok spor dalı Eskişehir'de faal durumdadır ve Türkiye ölçeğinde çok ileri düzeyde başarılar elde edilmiştir. Bu dallar futbol, atletizm, güreş, tenis, bisiklet, eskrim, hentbol olarak sıralanabilir. Hatta o dönemde spor salonları yoktur, hentbol, futbol sahalarında on bire on bir oynanmaktadır. İşte Orhan Erpek de sporla yoğrulan bu şehrin bir parçası olarak iyi bir izleyicidir ve içinde sportmenlik ruhu taşımaktadır. 1965'te Eskişehirspor kurulunca o da kulüple haşır-neşir olmaya başlar.


İstanbul hegemonyasına başkaldırı


DSİ'de topograf olarak çalışmakta olan Orhan Erpek, 1961 Anayasasının kendi kuşağında büyük bir değişim oluşturduğu görüşünde. O dönemin özgürlük ortamında Türkiye'nin kapıları dünya siyasetine ve felsefesine açılır. Orhan ağabey, "Eskiden güreş tefrikaları ve Pecos Bill'ler vardı, 1961 Anayasasının ardından her çeşit kitapla tanıştık. Dünya klasikleri, siyasi eserler derken bu rüzgârın içinde geliştik, düşüncelerimiz farklılaştı, bilinç ve kültür düzeyimiz yükseldi. Futbol Federasyonu Başkanı Rahmetli Orhan Şeref Apak'ın düşüncesi futbolu Anadolu'ya yaymaktı. Eskişehirspor da bu amaçla kuruldu. Biz de Anadolu futbolunun yüceltilmesi hedefinden yola çıkarak, İstanbul'un hegemonyasına son vermek, futbolun bayrağını Anadolu'ya taşımak hisleriyle dolarak bu işlere başladık" diyor.


Kuvayi Milliye ruhu


Eskişehir, İstiklâl Harbi'nin önemli kentlerinden biri, Batı Cephesi'nin merkezi. Orhan Erpek, bu konumun, 1960'larda yaşayan gençlerin içinde hâlâ Kuvayi Milliye ruhunu taşımasını sağladığını söylüyor. Eskişehirspor'un bir amaç değil aslında bir araç olduğu görüşünde. Önemli olanın bir kentin ayaklanması ve kendini ortaya koyması olduğunu, bu hedefe yürürken öne çıkan markanın da Eskişehirspor olduğunu anlatıyor:

"İstanbul'un hegemonyasını sarsmak, Eskişehir'i Türkiye'ye tanıtmak için, şehir sevgisinden ve halkın spora yatkınlığından yola çıkarak bu işi organize ettik. Bütün şehir Eskişehirspor'la ilgileniyordu. Hep birlikte hareket edersek, buradan büyük bir gücün doğacağını düşünerek kollarımızı sıvadık. Bütün şehir bu organizasyona tüm varlığı ve gücüyle iştirak etti. Zengini, fakiri, kapitalisti, işçisi, sağcısı, solcusuyla tam bir kenetlenme oldu. Bizim kuşak Kuvayi Milliye ruhunun son kuşağıdır ve oradan da gelen ruhla, hepimiz Eskişehir için mücadele ettik. Bu sportif bir isyan, bir başkaldırı hareketiydi. Tek amaç Eskişehir'di. Ve hegemonyayı sarstık. Amacımıza ulaşmakta yüzde 95 başarılı olduk. İki kupa aldık, üçüncü kupayı da son anda kaybettik."

Devrimde kişisel çıkar olmaz


O günlerin Eskişehir'indeki atmosfer, Orhan ağabeyin anlattıklarına göre muhteşem. Mesela kendisi işinden ayrılmış ve sadece Amigo Orhan olarak bütün mesaisini bu işe vermiş. İş dediği ise 200 bin kişilik bir şehrin, Eskişehirspor etrafında örgütlenmesi. "Peki ya aileniz, onlar sizin bu durumunuzdan şikayetçi değil miydi?" diye soracak oluyorum.

"O dönemde herkes benim gibiydi. Bütün şehir ailesini arkasında bırakıyordu, Hedefe ulaşmak, mücadelenin sonunu getirebilmek için herkes varını yoğunu veriyordu. Bu bir seferberlik durumuydu. Bir devrim yapıyorduk ve çoluğumuzu çocuğumuzu düşünecek halde değildik. Devrimde kişisel çıkarlar, kişisel arzular her zaman ikinci plandadır. Biz birlikten güç doğacağını biliyorduk. Şehir nüfusu 200 bin kişiydi ve bu 200 bin kişiyi bir araya getirip gücü tek noktaya kanalize ettik. Benim de görevim bu organizasyonu sağlamaktı. Tabii tüm bunları yaparken hep arkadaşlarımızla birlikteydik."

Finans, işletme ve kitle

Eskişehirspor'un o dönemdeki şahlanışının anahtarı neydi peki? Nasıl olmuştu da o güne kadar adı-sanı duyulmamış bir şehrin takımı, Fenerbahçe'nin, Beşiktaş'ın, Galatasaray'ın gölgesinden sıyrılıp "Kırmızı Şimşekler"e dönüşmüştü? Bakın Orhan ağabey nasıl veriyor bu soruların cevabını:

"Futbolun üç sacayağı vardır. Finans, işletme ve kitlesel destek. Eskişehir'in en güçlü ailelerinden Yalçın Kılıçoğlu bu finansı kulübe sağladı. Ailenin CEO'su Murat İnce'yi de kulübe başkan yaptı ve işletmeyi mükemmel hale getirdi. Babıali'nin arşivlerinde vardır; Eskişehirspor finans harcamasında Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'yi o dönemde sollamış,müthiş bir kadro oluşturmuştu. Sacayağının üçüncü parçası ise Eskişehir halkıydı. Bütün Eskişehir neyi var neyi yoksa verdi o dönemde. Kuvayi Milliye ruhu diyorum ya... Bütün şehir tüm varlığıyla katkı sağladı. Parası olan parasıyla, gücü olan gücüyle. Kimisi camilerde dua ediyordu, hastalar da yattıkları yerde dualarıyla katkı yapıyordu. Bu düzeyde bir kitle hareketi o gün bugün yaşanmadı. Çünkü ortada çıkar diye bir şey yoktu. Herkes Eskişehir için çalışıyordu. Türkiye'nin en iyi futbolcularını aldık. Abdullah Gegiç gibi çok büyük bir hocayı takımın başına getirdik. Sadece şehir merkeziyle değil, ilçeleri ve köyleriyle de kenetlenip mücadeleye başladık."

Genelkurmay Karargâhı!

Dedik ya Orhan Erpek, Amigo Orhan olduktan sonra DSİ'deki işini bırakır diye. O dönemden sonra işi şehri organize etmektir artık. "Bize bir merkez lâzım" düşüncesiyle bir lokal açarlar. Kendi deyimiyle, "Hareketin Genelkurmay Karargâhı." O döneme kadar dünyanın hiçbir yerinde kent çapında böyle bir organizasyon yoktur. Kurmay heyeti o merkezde toplanır ve şehrin aynı hedef doğrultusunda bir arada tutulması noktasında stratejiler belirler. Bu strateji kâh lokale gelen gruplarla paylaşılır, kâh ulaklarla mahallelere, köylere haberler uçurulur. Maçlarda neler yapılacağıyla ilgili irtibat sürekli sıcak tutulur. Flamalar, pankartlar hep oralarda hazırlanır. Son yılların moda tabiri "Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türkiye'nin ayak sesleri" sloganı da o merkezden çıkmıştır. Tabii "İstanbul, İstanbul duy sesimizi, bu gelen Eskişehir'in ayak sesleri" versiyonuyla.

O dönemin dayanışmasını "imece" olarak adlandırıyor Orhan ağabey, "Geçim derdiniz yok muydu?" sorumuza mukabil. Anadolu'nun dayanışma ve var olanla yetinme anlayışından dem vurarak, "Bizim zamanımızda kuru ekmek de yenirdi. Bende yoksa sende var, sende yoksa bende var. Var olanı paylaşırdık. Maça gidecek parası olmayan insanlar vardı. Kentin kapitalistlerden para toplar, garibanları da maçlara götürürdük."

Kulübün logosu da "Es-Es" sloganı da yine bu karargâhta üretilir. Eee, her devrimin bir sloganı olmalıdır değil mi... Elbette bunun için kafalar yorulur, dört bir yana haberler salınır ve sonuçta ortak bir üretim olarak "Es-Es" çıkar ortaya. Logoyu ise DSİ'deki ressam arkadaşlar yapar. "Bu bir şehrin ortak üretimidir. Eğer bütün şehir bir arada olmasa bu organizasyonu yapamazdık" demekten geri durmuyor Orhan ağabey.

Bu dönemde şehrin Valisi de Belediye Başkanı da destek vermekten geri kalmaz. "Zaten" diyor Orhan ağabey, "Devimlerde böyledir. Ya yanında olursunuz, ya karşısında. Herkes varını yoğunu Eskişehir için ortaya koymak zorundaydı. Aksi halde hain ilân edilirdi. Öyle yoğun bir birleşmeydi ki bu, işin içinde sıfır çıkar vardı. Bugünün dünyasında böyle bir şey kalmadı."


Birikim sahaya itti


Orhan Erpek, saha içindeki faaliyetinden pek fazla söz etmek istemiyor ama, bu yazının asgari eksikle tamamlanabilmesi için o bilgilere de ihtiyacımız var doğrusu. Orhan ağabey, bir Adana Demirspor maçı sırasında kendisini bir anda sahanın içinde bulur. "O güne kadarki birikimim beni sahaya itti" diyor. Binlerce insanın doldurduğu tribünlerin saha içinde kendilerine güç verecek, yönetecek, tek bir hedefe kilitleyecek bir lidere ihtiyacı vardır. İşte o Adana Demirspor maçında bir anda sahanın içinde bulur kendisini ve o anda "Amigo Orhan"a dönüşür. Bütün tribünleri dolaşarak, "Beraber olalım, bir olalım, daha güçlü oluruz" diye anlatır. Daha sonra bütün maçlarda sahaya iner. Fakat bu kez futbolcuların tünelinden çıkmaktadır sahaya. Zamanla öylesine otomatikleşir ki her şey, onun vücut dili bütün tribünleri "tek ses, tek yürek" haline getirir. Taraftarı yormamak için sahaya çok erken inmez. Çünkü tezahürat bir başladı mı 90 dakika devam edecektir. Bu nedenle maçtan 10-15 dakika önce gelir ve tezahüratı başlatır. Bu bir stratejidir. Tribündeki ekipleri sayesinde bütün stadı bir orkestra şefi gibi yönetir.


İnsanlar sevgi doluydu


Eskişehirspor o dönemde deplasmanlar binlerce taraftarıyla gider. Ve bu bir ilktir. İnsan bugünün deplasman seyahatlerine bakarak o günleri merak ediyor tabii. Bugün her konaklama merkezinde, her benzin istasyonunda deplasmana giden grupların çıkardığı olaylara, yağmalamalara şahit oluyoruz. Aynı gruplar gittikleri deplasman statlarının da altını üstüne getiriyor. Acaba o günlerde binlerce kişilik Eskişehirspor taraftar grubu nasıl bir atmosferde yapıyordu bu yolculukları:

"Bir savaşa girmişiz, dolayısıyla her cephede bulunuyorduk. Tüm şehir, tüm imkanlarıyla seferber oluyor ve 10 bin kişiyle takımımızı desteklemeye gidiyorduk. Ama bizim deplasmanlara gidişlerimizi günümüzle kıyaslayamayız. Günümüzde gruplaşmalar, kutuplaşmalar, menfaat var. Ne kadar kirlilik varsa futbolda da mevcut. Bizim zamanımızda bu yoktu. Tek amaç vardı, hegemonyayı yıkmak ve Eskişehir'i tanıtmak. O kuşakla bu kuşak çok farklı. O dönemde insanlarda vatan sevgisi vardı, insan sevgisi vardı, dayanışma vardı, Anadolu'nun imece felsefesi vardı. Daha sevgi doluydu insanlar. Bugünkü kuşaklar bireyci ve çıkar peşinde. Bu sadece sporda değil, sanatta, politikada, ekonomide, hayatın her alanında böyle. Anlayamadığımız bir nokta da 21. yüzyıla girmemize rağmen ilerleme yerine gerileme yaşanması. Ben bu problemi çözemedim."

Gittiğimiz şehrin ekonomisi canlanırdı

Deplasman yolculuklarının sosyal ve ekonomik hayata katkılarını da anlatıyor Orhan ağabey:

"Bizim zamanımızda taraftar sayısında tahdit yoktu. Minimum 10 bin kişi giderdik. Bu hem iç turizmi hem de ekonomiyi canlandırıyordu. Deplasmanlara gittiğimizde, konser vermeye gelmiş ekipler gibi karşılanırdık. Bugünkü gibi toplu küfür ve şiddet yoktu. Organizasyon süperdi, tek ses, tek nefes bir tezahürat var. Dolayısıyla rakip takımların taraftarları da bizi hayranlıkla izlerdi. Bugünkü kutuplaşma ve çıkar ise en çok da futbolu bozdu. Ben bu bozulmada tamamen halkı da suçlamıyorum. Çünkü yönetimlerin de bu bozulmada katkısı var. Kendi çıkarları için kullanmak üzere taraftarları bölüp parçaladılar. O günkü amacımız hizmetti, bugünkü amaç çıkar. Çıkar da kirliliği getiriyor. Bunun adı faşizm. Atatürk'ün 'Ben sporcunun ahlaklısını severim' sözünün tam tersi bir ortam var. Sporun ana çıkış noktası sevgidir. 'Bükemediğin bileği öp' derler ama bugün galip gelemeyen takımın taraftarı, rakip takıma da kendi takımına da yapmadığını bırakmıyor. Bu sevgisizlik nedeniyle ben futbolu spor olarak kabul etmiyorum."

Skor değil karnaval önemli

Orhan ağabeyin sözlerinden alınacak önemli dersler var aslında. Günümüzün sadece başarıya odaklanmış ve başarıyı da şampiyonlukla özdeşleştirmiş insanları için bu sözler ne kadar anlamlı bilmiyorum ama kıssadan hisse alacak birileri mutlaka vardır diye düşünüyorum:

"Taraftar açısından bakıldığında galibiyetten, mağlubiyetten önemli olan şey karnaval havasıdır. Önemli olan o tribünlerde eğlenebilmektir. Yenen, yenilene takılır, hep birlikte güler, eğlenir insanlar. Deşarj olmak, küfretmek demek değildir ki. Esas deşarj olmak eğlenmek, güzel vakit geçirmektir. Kavga ederek deşarj olamazsınız. Önemli olan 90 dakika dünya telaşından kopup eğlenmektir. İçinden sevgiyi çıkartırsanız, geride spor kalmaz."

Misafir baş tacıdır

Günümüzde taraftarlar şehirlerine gelen rakip taraftarlara düşman muamelesi yapıyor. Tribünlerin en kötü yerleri onlara ayrılıyor. Stada gelişlerinde de gidişlerinde de büyük zorluklar çıkartılıyor. Bu arada kavga-dövüş eksik olmuyor tabii. Orhan ağabeyin bu konuda de söyleyecek sözleri var:

"Bizim zamanımızda gelen taraftarları karşılar, onları misafir olarak görürdük. Anadolu kültüründe vardır bu misafirperverlik. Düşmanının bile olsa misafir misafirdir. Onu evinizde ağırlar, en güzel yiyeceklerinizi önüne koyarsınız. Ama diyorum ya çıkar varsa, bu güzel duyguların hepsi gider."

Bu arada o dönemde de her şeyin sütliman olmadığının altını çiziyor Orhan ağabey, üstelik iğneyi kendisine batırmaktan hiç imtina etmeden: "Mesela bizim de bir Bursa vakamız olmuştu. Bursaspor'u yendik. Bizimkiler biraz şımarık davrandı, onlar da stadın dışından taş attı. Ama bu da münferit bir vakaydı."

Eh, bugünkülerle kıyasladığımızda ve uzun bir sürecin içinde nazarlık bir tek vaka olarak baktığımızda, "O kadar kusur kadı kızında da olur" demek gerekiyor herhalde.

Tezahüratları beğenmiyorum


Yıllar boyunca bir stadın dört köşesinden aynı sesi, aynı tonda çıkartan bir adamın bugünkü tezahüratlar hakkında ne düşündüğünü de merak ediyorum. Bakın bu konuda neler söylüyor Orhan ağabey:

"Bugün stadyumlarda yapılan destek tezahüratlarını destek olarak kabul etmiyorum. Tam tersine ters tepkiye yol açıyor. Yıpratıcı, estetikten uzak, görüntüsü bozuk, coşku vermeyen, deforme edici tezahüratlar. Futbolun da kalitesini düşürüyor. Çok sert ve haşin tezahüratlar iki takımı da yıpratıyor, onları da haşinleştiriyor. Oysa futbol sahaları bir karnaval yeridir. Daha çok eğlendirici, coşturucu, temposu düşen takımınızı kendine getirici, yorgunluk anlarında bir enjeksiyon yaparak onu yeniden güçlendirici, bu arada yapanın kendisini de eğlendirecek tezahüratlar gerekiyor. Bakın, eğer maçta tatlı bir şekilde deşarj olursanız, kin, intikam gibi duygular da yok olur."

Bugünkü imkânlar daha fazla


Orhan Erpek Türkiye'de farklı bir amigoluk müessesinin başlangıcı. Ancak böyle bir müessesenin oluşmasından mutluluk duyduğu söylenemez. "O müessese çıkara dönüştü" diyor ve başlıyor anlatmaya:

"Benim Eskişehirspor'la hiç bir bağlantım yoktu. Eskişehirspor bana talimat veremezdi. Çünkü ben kulübü değil, halkı ve kenti temsil ediyordum. Her şey Eskişehir içindi. Eskişehirspor da bu işin bir parçasıydı, kentin sembolüydü. Bu derinliği anlamak gerek. Böyle bir duyguyu günümüzde yaşamak çok zor. Ama inşallah ülke çapında aynı temiz duygular bir kez daha yaşanır."

Peki, bugünlerde futbol takımıyla yeniden bir canlanma haline giren, tribünlerinin bir bölümündeki bandosuyla renkli görüntüler veren Eskişehirspor'un 1960'ların ikinci yarısındaki havasını tekrar yakalayabilmesi mümkün mü?

"Şu anda bu duygular tam kapasite kullanılamıyor ama potansiyel var ve her an harekete geçirilebilir. Bugün finans ayağı var ama işletme yok. Ekonomik potansiyel, nüfus, fabrikalar,kamu kuruluşları, üniversiteler var. Ama harekete geçirmek önemli. Biz kağnı arabasıyla cephane taşır gibi yaptık o işleri. Şimdi çok daha kolay. Bir yüzyıl atlamışız. Ama uygulama yok. Ve ne yazık ki iyiye değil, kötüye gidiliyor."

Amaca ulaştık


Bir hedef uğruna aileden, işten ve adeta hayattan vazgeçiş hikâyesi Orhan Erpek'in yaşadıkları. Peki,

onca emek karşılığını buldu mu? Bu soruya "Evet" cevabını veriyor Orhan ağabey ve anlatıyor:

"Bir kere böyle bir organizasyonu yaşamak başlı başına bir mutluluktur. Bu birlik ve beraberliği, bu sevgiyi, bu dayanışmayı günümüzde bulamazsınız. Günümüz dünyasında bunları hayal etmek bile çok zor."

Bir de Eskişehir Atatürk Stadı'nın kapılarından birine adının verilmesi konusu var. Kapının üzerine de o ünlü fotoğrafı konulmuş. Ancak bütün faaliyetini Eskişehir'in yüceltilmesi üzerine kurmuş ve çıkar beklentisinden uzak durmuş bir adam için isminin ön plana çıkartılması bile rahatsız edici. "Ne diyorsunuz stadın kapılarından birisine isminizin verilmesi hususunda?" diye sorumuzda, verdiği karşılık şu oluyor:

"Benim için bunun bir önemi yok. Çünkü benim varlığımın bir önemi yok. Biz kendimiz için bir şey yapmadık ki. Kârımız ve kazancımız, düşüncelerimizi hayata geçirmekti. Onun dışında kapıda ismimin olması beni rahatsız ediyor. O dönemde iki kupa kazandık. Ama kupa almasak bile önemli değildi. Çünkü Eskişehir'de yanan ateş bütün Türkiye'yi tutuşturdu. Bütün şehirlerde insanlar takımlarına, kentlerine sahip çıktı. Hegemonya titredi, sarsıldı. Anadolu'nun ekonomik potansiyeli ve işletme becerisi arttıkça bu hegemonya yıkılacak."

Gegiç'le el ele


Yugoslav Teknik Direktör Abdullah Gegiç'in de Anadolu ihtilâlindeki katkısı büyük. Orhan ağabeye Gegiç'le ilişkilerini soruyor ve şu cevabı alıyoruz:

"O da devrime dâhildi. Zaten aynı mahallede oturuyorduk ve iletişimimiz çok iyiydi. Şampiyonluğa oynadığımız dönemde Galatasaray'la çekişiyorduk, son haftalara lider girmiştik. Bizim kapitalistler şımardı, bitime 4 hafta kala şampiyonluk balosu vermeye kalkıştı. İstanbul'un bütün önemli spor yazarları davet edildi. Ben halk adına karşı çıktım tabii, 'Dereyi görmeden paçayı sıvamayın' dedim. Onların şampiyonluk balosuna karşılık, 'Statta garibanlar balosu yapacağım' dedim. Gegiç de kapitalistlerin düzenlediği o baloya gitmedi. Zaten sonrasında şampiyonluğu kaybettik ve o balo da fiyasko oldu."

Orhan Erpek'in statlardan çekiliş tarihi ise 1970'tir. Kulübün finansörü Yalçın Kılıçoğlu çok genç yaşta bir trafik kazasında vefat edince kulübün finans kanadı kırılır. Ailenin CEO'su Murat İnce de artık kulüp başkanı değildir doğal olarak. Dolayısıyla işletme ayağı da çöker kulübün. Bu arada şehir hareketinde de çözülmeler başlar. Orhan ağabeyin deyimiyle, "İstanbul'un kirliliği yavaş yavaş Eskişehir'e de girmiştir." Bunun üzerine o da çekilir köşesine ve Eskişehir'de bir dönem kapanır. Ama o gün yanan ateş Türkiye'nin dört bir yanını sarmıştır artık. Önce Trabzonspor çıkar ortaya ve hegemonyayı sallamakla kalmaz, yerle bir eder. Ardından pek çok takımın şampiyonlukla kucaklaşmasına ramak kalması ve son olarak Bursaspor'un şampiyonluğu ise Anadolu ateşinin ne kadar güçlü yandığının kanıtıdır aslında. Ve bunları görmek Orhan ağabeyin mutluluğu için yeter de artar bile. Bir dönemin efsane futbol adamıyla iki saati bulan bir sohbeti kotarmanın mutluluğu da bize.

Tedirgin başlayan, giderek ısınan ve nihayete erdiğinde yeni bir dostluğun başlangıcı olan röportajımızı tamamlayıp Orhan ağabeye veda ederek İstanbul'un yolu tutuyoruz. 11 Nisan günü, ikindinin akşama doğru koştuğu saatlerde Eskişehir'in dışında kar yağıyor. Bizimse içimizi 1960'ların ikinci yarısında bu şehirde yanan devrim ateşinin harı ve Orhan ağabeyin sohbetinden kalan sıcaklık ısıtıyor.


Amigo Orhan Fenerbahçe tribünlerinde!


Evet, Amigo Orhan'ın öncülüğüne soyunduğu hareket bir Anadolu ihtilâlidir ve İstanbul hegemonyasını yıkmaya yönelmiştir. Ancak söz konusu Türk futbolu olduğunda akan sular durur. Fenerbahçe 1968'de Şampiyon Kulüpler Kupası'nda İngiltere'nin dev takımı Manchester City ile eşleşmiş, deplasmandaki maçtan da 0-0'la dönmüştür. Rövanşta elde edilecek bir galibiyet Fenerbahçe'ye Türk futbol tarihinin en büyük zaferlerinden birisini getirecektir. Fenerbahçe yönetimi, bu maç için taraftar desteğine büyük ihtiyaç duymaktadır ve gözler hemen Eskişehir'e çevrilir. Türkiye'nin en organize taraftar topluluğu onlardır çünkü. Başlarında "orkestra şefi" olarak anılan Orhan Erpek vardır. Fenerbahçe yönetimi, Eskişehirspor kulübüne resmi bir yazı ile başvurup Amigo Orhan'ı bu maç için destek vermeye davet eder. Orhan Erpek ve 40 arkadaşı "millî görev"e koşa koşa gider. Amigo Orhan'ın organize ettiği tribünlerin de müthiş desteğiyle Fenerbahçe, 2 Ekim 1968 günü İnönü Stadı'ndaki rövanşı Abdullah Çevrim ve Ogün Altıparmak'ın golleriyle 2-1 alarak turu geçer.

Amigo Orhan ve arkadaşları, 2 Ekim 1985'teki Bordeaux maçı için de Fenerbahçe'den davet alacak ancak UEFA'nın yeni kuralları gereği sahanın ortasına inip o ünlü şovlarını gerçekleştiremeyecektir.

 


"Eskişehirspor'u kapatan son divan başkanı olmak istemiyorum"
Eskişehirspor'da olağanüstü genel kurul 12 Temmuz'a ertelendi
Bedirhan Altunbaş’tan vefalı davranış
Beypiliç Boluspor - Eskişehirspor sahaya hangi kadro ile çıkıyor?
ESKİŞEHİRSPOR 1 - BURSASPOR 5
Eskişehirspor - Bursaspor maç kadroları belli oldu...
Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.