Klasspor - Özhan Yüksel - Sonuç-Oyun yazısı

Site İçi Arama


SONUÇ-OYUN

6753 Okunma



Futbol, çok sayıda alt başlık içermekle birlikte, iki başat bağlam; "elde edilen sonuç" ve "ortaya konan oyun" üzerinden okunan, anlamlandırılan bir oyun. Bu iki belirleyiciden hangisinin, ne ölçüde öncelendiği veya hangisinin, ne şiddette arka planda bırakıldığı kişinin futbol tahayyülünü inşa ediyor. 

Biz Gençlerbirliklilerin de, sonuç-oyun ilişkisini nasıl kurduğumuz üzerine, biraz kafa yormaya ihtiyacımız olduğu kanısındayım. Naçizane görüşüm, oligarşik düzenle yönetilen bir yapıda oligarşi dışı katılımcılardan biri olmamız gibi daha somut, ancak daha da önemlisi, oyunu, yalnızca oyun olduğu için sevme kıymetinin farkında olma gibi daha soyut nedenler bizim sonucu daha geriye atıp, keyfi öncelememize yol açmalı. En nihayetinde de, Gençlerbirliği'ne dair ne varsa, anlamlandırmamız bu perspektifle sağlanmalı.

Formasyon kullanımında çeşitlilik sağlayabilip ve taktiksel akıl üretme açısından da zaman zaman önemli eylemlerde bulunabildiğimiz bir haftalar bütününü geride bırakmıştık. Fenerbahçe maçında da toplu ve topsuz oyunda farklı dizilişler kullanan bir takımla karşılaştık. Topsuz oyunda Petroviç'in, Stancu'yu ikilediği ve stoperlere baskı uygulayan bir 4-4-2'yi; toplu oyunda ise çoğu zaman klasik 4-2-3-1'i kullandık. Rakibin organize oyun kurgulamasını engelleme amacıyla stoperlere yapılan baskılar ve arka orta saha oyuncularından birini stoperlerle birlikte oyun hazırlama görevini verip, bekleri orta saha çizgisine, kanatları ise daha da öne atan taktikler son dönemde Avrupa futbolunda çok ciddi ölçüde yaygınlık kazanmış durumda. Bizim de bu tercihleri uyguluyor olmamız oyunun evrimini takip edip, keşfedilen doğruları yakalamaya çalışan vizyonu geniş bir teknik ekibe sahip olduğumuz intibası bırakıyor bende.

Ersun Yanal'lı dönemleri, oyunu teknik-taktik yönden anlamlandıramayacak kadar küçük yaşta olmam nedeniyle es geçersem, ilk 35 dakikadaki Gençlerbirliği, İstanbul takımlarına karşı gördüğüm en dominant Gençlerbirliği'ydi. Fenerbahçe'nin pasif karakterini göz önünde bulundurmak şart, fakat Stancu ve Petroviç'le önde basıp, Fenerbahçe'yi uzun toplarla çıkmaya zorlamamız, o zorlama topların Özgür ve Gosso tarafından çok yüksek yüzdeyle kazanılması ve sahayı çok etkili şekilde daraltmamız sayesinde dört dörtlük bir topsuz oyun performansı gösterdik. Oyunun ters yüzünde ise topa değer veren, kısa, sabırlı paslarla rakip üzerinde hakimiyet sağlamaya çalışan bir takım vardı. Ancak sahanın 1. ve 2. bölgesinde bu derece etkinlik gösteren ve gayet başarılı olan ekip, 3. bölgede varyasyon üretemeyen, topu tutamayan, vasatın da altında bir görünüm sergiledi. Jimmy ve Mervan'ın aksiyonda bulunamamaları, Petroviç'in o mevkinin gerektirdiği çabukluk ile yumuşaklığı sağlayacak becerilere sahip bulunmaması ve Stancu'nun -havadan veya yerden- sırtı dönük top alamaması faktörleri birleşince oyunu 3.bölgeye yıkamayıp, tek bir organize atak dahi geliştiremedik.

Golün yenileceği 60. dakikaya kadar bizim kullandığımız her duran top Volkan tarafından alınmış veya tehlikeye dönüşmeden Fenerbahçe savunması tarafından bertaraf edilmişken; rakibin kullandığı her ölü topa ya vurduruldu ya da karambole dönüşmesi önlenemedi. Yalnızca bir sene öncesinde Fuat Çapa'lı takımın en büyük hünerlerinden olan duran toplar artık "fobi" halini aldı. Golden sonraysa yine şuursuz, panik halinde eriyip giden bir oyuncu topluluğu...

Futbol oynamaya bu derece niyetliyken, bu niyetin de saha içinde karşılığını alabiliyorken, sezon başı kadro yapılanmasını doğru kuramadığımız için bu niyeti sonuca dönüştüremiyoruz. Formsuz ve oyun zekası bir türlü gelişim göstermeyen Oktay dışında bir forvet arkası oyuncusuna sahip değiliz. Hakeza en uçta Stancu da oyun içi katkı bakımından çok dip bir seviyede. Hem Stancu hem Zec vuruş tekniği ve forvet arkası koşuları düşünüldüğünde sistem için ideal birer forvet adayı izlenimi veriyorlar; fakat, Süper Lig'in Avrupa'nın en sert ve kuvvet gerektiren liglerinden biri olduğunu gözönüne alırsak, ne Stancu ne Zec o sertlikte hayatta kalabilecek profilde değiller. Stancu gibi, Zec gibi forvet arkasına sarkmaya meyilli santrforlara sahipseniz, aynı zamanda Cernat gibi, Sneijder gibi, Fernandes gibi pasör 10 numaralar daha bir ehemmiyet kazanır. Dolayısıyla hem ligin sertlik düzeyinde bu iki ismin yumuşak kalmaları hem de bu tip santforları besleyecek pasör oyuncu eksikliğimiz üretkenlik sorununu uzun vaadeli yaşayabileceğimize dair ciddi bir işaret.

Metin Diyadin'e dair hoşnutsuzluklar yavaş yavaş duyulur hale gelmeye başladı. Benim kanaatim ise, Metin Hoca ve ekibinin altı haftalık performans itibariyle, sonuç-oyun ayaklarından oyun üzerinde çok ciddi potansiyel vaadettiği , sonuç bağlamında da uzun vadede beklentileri karşılayabileceği şeklinde. Gol atamayabilir, maç kaybedebilir ve hatta küme düşebiliriz; ancak bu takımı izlediğimizde keyif alabileceksek, varsın olsun bir süreliğine sonuçtan muaf kalalım.
 

Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
2
Ercüment Tunçalp
2 Ekim 201311:11
Özhancığım tebrik ediyorum. Çok güzel tahlil etmişsin. Aynen devam kardeşim.
1
teşekkürler
1 Ekim 201323:00
Daha önce eleştirdiğim hatta acımasız bulduğum yazılarınız olmuştu ancak bu yazınıza tamamen katılıyorum. sezon başı yapılanmada bir türlü becerip kadro kuramayan ve her ortamda lekiç zec artun gibi isimleri zikreden sevgili Gençlerbirliği idarecileri şu anda muhtemelen yeni hoca planları yapmakta. ve hatta yapmadıkları transferin suçunuda Metin Diyadine atmaktalar. Şu takıma bir 10 numara ve forvet alınmış olsaydı ilk 4 ün içinde olmamak işten bile değildi ama üstün görüşlü yöneticilerimiz maalesef bunu göremedi. Bu durumda da oyununu beğendiğimiz ama belki kümeye oynayacağımız bir kadroya bizi mahkum ettiler. çok yazık çok yazık....
ÖZHAN YÜKSEL