Klasspor - Özhan Yüksel - 55. Dakika yazısı

Site İçi Arama


55. DAKİKA

6703 Okunma


 

Galibiyete susamış 50.000 taraftar, yanlış bir karar verildiği için hafta boyu tehditkar söylemlerle hakemi saflarına dahil etmeye çalışmış bir kulüp, sezon başı transfer harcamalarında yaklaşık 10 katlık, sahaya çıkan ilk 11'lerde ise 5 katlık bir maliyet farkının bulunduğu kadrolar, ideal dizilişimizde yer alan üç oyuncudan yoksun olma durumu, kuvvetle muhtemel geçen sezon yaşadığı hezimetin travmatik çağrışımlarını hala hisseden bir oyuncu topluluğu. Tüm bu aleyhte haller ve veriler ışığında girişilecek bir analizde, hem skor hem de oyun bağlamında, beklentilerin sınırlı olduğu, olması gerektiği bir müsabakaydı Fenerbahçe maçı.

Ancak, yukarda sıralanan tüm olumsuz şartları bertaraf eder bir şekilde, maçın ilk bölümünde, rakibe diş gösteren, toplayken daha becerikli olan takım bizdik. En uçta rakip sahaya yerleşme ve topu ön alanda tutma fırsatı yaratacak güçlü bir forvetimiz olmadığından, oyun stratejisinin kilit noktalarından topu telaş etmeden, ihtiyatlı bir şekilde kullanma noktasında son derece bilinçli ve başarılıydık. Azofeifa'nın bu sezon hakkını vererek yaptığı tek iş olan duran top yaratılarından birinde de "ne iş olsa yaparımcı" Aykut'la adil olan skora ulaştık. 44 dakika boyunca bu şartlar dahilinde ne, ne kadar uygulanabilirse biz hepsini yerine getirdik. İlk yarının bitmesi için saniye sayarken, Curri'nin 10'lu yaşların başında altyapıda öğretilen bir savunma tekniği olan "oyalama hareketi" yapmak yerine, rakibin üzerine hamle yapması ilk yarı boyunca ilmek ilmek işlenmiş emeğimizin de heba olmasına yol açtı. Fuat Çapa, bu golü verilmeyen bir kornere bağlamakta, fakat bu pozisyon özelinde odaklanılması gereken asıl nokta Curri'nin amatörlüğüdür.

Sow'un attığı golün ardından psikolojik üstünlüğü ele geçiren Fenerbahçe, ikinci yarının başlamasıyla oyun üstünlüğünü de ele geçirdi. İkinci yarının ilk 10 dakikası boyunca üst üste üç pası dahi yapamaz bir çaresizlik içindeydik. Topu kullanamayınca takım halinde geriye çekilmek zorunda kalıyorduk ve tehlikenin an be an yaklaştığı aşikardı. O karamsar ilk 10 dakikadan sonraysa inanılmaz bir hamle geldi Fuat Hoca'dan.

22 Eylül 2012 tarihinde, saat 21:40 sularında ne yapıyordunuz, ne haldeydiniz hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum. Mersin deplasmanında ardı ardına gelen korkakça kararların sonuncu ayağı olan Jimmy'nin yerine Curri'nin girmesiyle Fuat Hoca'ya dair tüm inancım ve saygım büyük bir erozyona uğruyor, yerle bir oluyordu. Şimdi o tarihten Kadıköy'deki maçın 55.dakikasına saralım filmi. Spiker tarafından Oktay'ın oyuna girmek için hazırlık yaptığı bilgisi geliyor ve birkaç dakika içinde Oktay oyuna girerken, oyundan çıkan ismin Özgür olduğunu görüyoruz. Mersin maçındaki o değişiklik nasıl ki benim nazarımda Fuat Hoca'ya dair her şeyi mahvettiyse, o dakikalarda verilen bu karar da tüm o inanç ve saygının küllerinden yeniden doğmasını sağladı. O değişiklikten sonra yenileceğimiz ya da ne kadar farklı yenileceğimiz bahis konusu bile olamazdı artık. Nedenlerini açıklayacağım, fakat öncesinde en gereksiz olan ayrıntıyı aradan çıkaralım. Evet, biz Raul Meireles'in attığı ikinci golü tamamıyla bu değişikliğin bir yansıması olarak yedik. Oyuna devam eden bir Özgür'ün varlığı o bölgeyi kapatacak ve o şutun o kadar rahat çıkmasını engelleyecekti.

Gelelim mevzunun takdire şayan kısmına. Böylesine aleyhte koşullar altında bir önliberoyu çıkarıp, yerine ofansif bir oyuncu alıyorsanız bu tek bir anlama gelir: "Ben bu maçı kazanmak istiyorum". Fuat Hoca, oyun bu seyirde devam ettiği takdirde gol yememizin çok olası göründüğünü tespit etti ve bunu takımı geride bekleyen pasif halinden kurtaracak, ilk yarıda olduğu gibi öne taşıyacak ve orada kalabalıklaştıracak bir tercihle çözümlenebileceğini düşündü. Azofeifa'nın merkeze geçmesiyle daha rahat top çıkarma, dolayısıyla topu ayakta tutabilme fırsatını yaratma, Oktay'ın sürpriz koşuları ve deliciğiyle de Fenerbahçe savunmasının dengesini bozma fikri bu değişikliğin altında yatan taktiksel hamlelerdi kanısındayım. Direkt bu hamlenin sonucu diye nitelemek ne kadar sağlıklı olur bilinmez, fakat Oktay girdikten sonraki 5 dakika boyunca yeniden topa sahip olup oyunu dengeledik ve hatta Oktay'la bir gol fırsatının ucundan döndük.Bu paragraf Oktay-Özgür değişikliğinin bu maçla sınırlı kalan taktiksel arkaplanıydı, ancak ondan çok daha önemli olan bir başka nokta daha var.

Benim şu ana dek edindiğim izlenimde Fuat Hoca, önümüzdeki uzun yıllar boyunca burada kalmak isteyen, sadece bireysel olarak değil, kulüple birlikte büyümeyi amaçlayan bir teknik adam. Dolayısıyla gerçekleştirdiği her hamlenin büyük resmi gören düşünsel bir altyapısı da mevcut -yanlış olsa da Mersin maçındaki Curri-Jimmy değişikliği dahil olmak üzere-. Bu kadar uzun vadeli düşünüyorsanız, misal 5 sene sonra meyvelerini toplamak istediğiniz zihniyetin bugünden ekimine başlanması gerektiğini de bilirsiniz. Fuat Hoca o değişikliği yaparken, "ben 5 sene sonra buraya geldiğimde kazanmak için geleceğim" fikrini, başta kendisi olmak üzere futbolculara, yönetime, biz taraftarlara; herkese bas bas bağırarak anlatma derdindeydi. Nasıl ki Gençlerbirliği dendiğinde bazı değerleri öne çıkarıyoruz, o değerlerin sahaya yansıyan görüntüsünde de tek bir kişide dahi şüphe uyandırmayacak bir "mücadele azmi" ve -kazanılsın/kaybedilsin- sonuca endeksli olmayan "ofansif bir oyun yapısı" var. Oktay bir başka hücum elemanının yerine dahil edilebilir, maç boyunca gol yememenin planları yapılabilir, maç 1-1'e düğümlenebilir veya şanslıysak tesadüfi bir galibiyet elde edilebilirdi, daha önce Manisa'da, Mersin'de, Karabük'te yapıldığı gibi. Ancak günü kurtarma derdine düşmeyip, bu cesaret gösterisini sergilemekle bir karakter başyapıtı sundu Fuat Hoca.

Genel bir perspektifin ardından, kısa bir bölümde de, oyuncu bazında bir iki kelam edelim. Bu maç için şüphesiz ki doğru tercihti, fakat önümüzdeki maçlar için konuşursak eğer; tüm emekçiliği ve çabasını takdir etmekle birlikte -keza ilk yarı bittiğinde ikinci en çok koşan oyuncumuz olan Özgür'den 400 metre fazla koşmuş, tüm oyuncular arasından 6000 metrenin üzerinde koşan tek oyuncu olmuştu- artık buluştuğu her iki toptan birini kaybeden, toplu oyunda bir yük haline gelmeye başlayan Cem Can veya takımı yönlendirmesi gerekirken, ligin başlangıcından beri sinik bir görüntü çizen ve üçüncü bölgede takımın verimsiz olmasının baş sorumlularından olan Azofeifa'nın yerine, geçtiğimiz günlerde izlediğimiz antremanın yıldızı olarak beliren Mehmet Kara'nın formayı alması gerektiği, bir gerekliliğin ötesinde bu iki isme göre formayı daha çok hakettiği düşüncesindeyim.

Mersin maçını "Korkma hocam, biz varız" başlığı altında yorumlamıştık. Fuat Hoca korkmadığını gösterdi, şimdi problemin ikinci aşaması bizim varlığımızı göstermemizde düğümleniyor. Bu yenilgiye "yine Fenerbahçe'den fark yedik" pesimizmi etrafında değil, "kazanmayı denedik" fikri etrafında yaklaşmamız, atmamız gereken ilk adım olarak karşımızda duruyor. Bunun dışında Trabzonspor maçının Pazartesi olduğunu düşünürsek, tatil olan Cumartesi günü gerçekleştirilecek kalabalık bir antrenman ziyareti veya benzeri bir başka organizasyon takıma verilecek moral açısından gayet değerli olabilir. Sonuç olarak, biz Pazar günü sadece bir maç kaybettik, fakat önümüzdeki seneleri kazanma, bir yapıyı yerleştirme yolunda büyük bir adım atmış olabiliriz, tabi bu adıma sadık kalacak, onu uygulamak için bu kararlılığı sürdürmeye devam edeceksek.

Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
2
Kurtuluş
27 Kasım 201222:12
Bu güzel yazı için teşekkürler. Umarım Ankara takımları kazanma kararlığını her zaman, her rakibe karşı şartlar ne olursa olsun gösterir
1
Mehmet Ali Çetinkaya
27 Kasım 201212:41
maç ilk dakikasından itibaren, (miğde bulandırıcı bir şekilde) bilinçli ve organize olarak sinir harbine dönüşürken, teknik-taktik şeyleri görebilmek bile başlı başına büyük bir emek gerektiriyor Özhan. Emeğine sağlık...
ÖZHAN YÜKSEL