Klasspor - Özhan Yüksel - Hurşut ve Orta Saha Suali yazısı

Site İçi Arama


HURŞUT VE ORTA SAHA SUALİ

5267 Okunma


Orduspor maçını tezat bir şekillenmeye tabi tutulmuş iki ayrı devre şeklinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ancak, bu değerlendirmeden daha önemlisi, son derece tehditkar bir şekilde futbol oynamamızın önünde duran yapısal engellerin teşhisini yapmamız gerektiği kanısındayım. 

İlk devrede de görünür olmakta birlikte, ligin ikinci yarısı başladığından beri belirginliğini arttırır bir şekilde, maçlarımızda oyunu kurgulama noktasında kullandığımız üç strateji var; biri Vleminckx'e -ilk periyotta da Lekiç'e- uzun pas dağıtımı yaparak, onun hava hakimiyeti ve güçlü yapısıyla çevresindeki oyunculara kazandıracağı toplara umut bağlamak, bir diğeri Hurşut'un topu soğukkanlı olarak tutabilmesi ve devamında yetenekleri neticesinde yoktan varedeceği yaratılardan bir sonuç beklemek ve son -aynı zamanda en nadir görüleni- olarak özellikle sol kanada Azofeifa ve Petroviç tarafından sunulacak ters toplar. Son sayılanı bir kenara bırakırsak, ilk iki hücum alternatifinin altında yatan sebep, hem bu iki oyuncunun rakiplerine üstünlük sağlayabilecek meziyetlere sahip olması hem de aksi istikamette, yani bireyselliği değil de kolektiviteyi merkez alacak bir zihniyeti tercih etmememiz veya edemememiz ya da bu kolektiviteyi ortaya çıkaracak bir niteliğe sahip olmamamız. Hurşut'un tüm takıma zarar verici bir noktaya varan egoizmini biraz sonra irdelemeye çalışacağım, ancak, onun öncesinde bir diğer stratejinin merkez noktasındaki Vleminckx'e dönecek olursak, Vleminckx'i bu şekilde kullanmanın altında yatan neden bariz bir şekilde "kolaycılık". "Top kaleden ne kadar uzakta olursa, gol yeme ihtimali o kadar zayıftır" düsturundan hareketle, müdafaa oyuncuları ile arka orta saha oyuncularının bir organizasyon geliştirme maharetine soyunmaktansa, bu sorumluluğu Belçika'lı santrfora havale etmeleri sözkonusu. Özellikle Ramazan ve stoper ikilisinin top aktarımında büyük çoğunlukla Vleminckx ismini görmemiz, bu tercihin uygulaması en rahat, en risksiz tercih olması itibariyle en çok rağbet gören tercih halini alıyor. İşlevsel olmadığı çok net görülen bu basitlik, aynı zamanda, 90'ların sonunda modern futbol tarafından dışlanmış bir demodeliği ve oyunu değersizleştiren bir kalitesizliği temsil ediyor. 
 
Gelmiş geçmiş en büyük futbol dahilerinden Brian Clough'un sağ kolu olarak görev yapmış Peter Taylor tarafından yazılan "With Clough by Taylor" adlı kitapta, ikilinin transfer sırlarından biri olarak anlatılan "Bir teknik direktör, her zaman kazanan takımı bozabilecek, içeriden ona zarar verebilecek noktaları tespit etmeli. Sonra da buna neden olan oyuncuların kötü etkisi potansiyel alıcılar tarafından fark edilmeden önce o oyuncuları satmalı" tavsiyesi, size de Gençlerbirliği içinden bir oyuncuya dair ipuçları vermiyor mu? Şüphesiz ki Hurşut'tan bahsediyorum. 
 
Hurşut, transferinin ardından gelen ilk dönemde maç sonlarında bir "oyun-çözücü" joker olarak kendine yer açabilmişti. Sıradışı fizik yapısı ve karikatürize edilmeye müsait yüz hatları nedeniyle Gençlerbirliği taraftarları arasında epey sempati toplamış, fakat devamlılığı olamayacağı ve oyun yapısı nedeniyle bu "oyun-çözücü" yedek rolünden ötesine ulaşamayacağına dair bir öngörüde bulunulmuştu. Geçen yıllar ise Hurşut'un Gençlerbirliği taraftarlarını önce utandıran, daha sonrasında da ona hayran bıraktıran bir fırtınayı zuhur etti. İlk olarak fizik kalitesini yükseltip, sağ çizgide maç boyu varolabileceğini kanıtlaması, ardından sevmiyor oluşunu saklamamakla birlikte, savunma yapma zorunluluğunu kabullenmesi ve en nihayetinde oyunu ayakları kadar aklıyla da oynaması gerektiğini çözümlemesiyle, geçtiğimiz sezonda futbol hayatının zirve noktasını görmüş, futbol tanrılarıyla, kullarının arasında bir elçi mertebesine varmış bir şaheser noktasına ulaştı. Hurşut bu zirve noktasında bir süre daha kalabilir, yeteneklerini yararlı bir şekilde sergilemeye devam edebilirdi. Fakat, bu sürecin Gençlerbirliği'nde şekillenmeyeceğinin izahatı oldu geçtiğimiz birkaç ay. Bu düşüşün altında yatan gerekçe, Hurşut'un Gençlerbirliği'nden daha üst bir seviyeye çıktığına inanmasıyla gelen bir zihinsel kopuştu. Temel problem olan bu zihinsel kopuşla beraber, rakip teknik direktör ve savunma oyuncularının Hurşut'u tanıması, Hurşut'un daha önceden yapabildiklerini yapamadıkça kendiyle olan kavgası gibi diğer etkenler de Hurşut'un zirveden serbest düşüşe geçmesine, bu serbest düşüşü pek tabii kendisiyle sınırlı bırakmayıp, tüm takıma aksettiren bir yapıya kavuşturmasına yol açtı. Hurşut kaynaklı bu problemlerden ayırmamak gerektiğini söyleyerek, takımın da Hurşut'tan umduğu medetin, takımın kendisine duyduğu özgüvenin önüne geçtiğinin, Hurşut'un "mikro bir Süpermen" tahayyülü oluşturduğunun farkına varmalıyız. Hurşut'u sisteme kanalize etmek yerine, sistemden ayrıksı ve sistemin üstünde bir Hurşut imgesine sahibiz. Dünya futbolunda yıldızlara tanınan özgürlüğü yadsımamakla beraber, bu yıldızların sistem içinde tanımladığını ve bu yıldızlara verilen özgürlüğün sınırsız bir özgürlük hali olmadığını hatırlamalı, takımın selameti açısından teknik ekibin bu Hurşut sorununa bir an çözüm bulmasını dilemek zorundayız.
 
Şu ana dek olan kısımda "yaptığımız yanlışlar" üzerine kafa yorduk. Gelin şimdi de "yapamadığımız doğrulara" bir göz atalım.
 
Antalyaspor, Akhisar Belediyespor ve Orduspor maçları bize birkez daha gösterdi ki üst üste üç pas dahi yapamayan, oyunu tutamayan, topun kontrolünü sağlayamayan; bunun yerine, daha dikine paslarla bireysel yeteneklerimize bel bağlayan bir oyun tarzına sahibiz. 2000'lerin ortasında başlayan Barcelona devrimiyle topa sahip olmanın, pas üzerinden kurulan ortaklıkların ve bireyselliklerin törpülenmesinin değer kazandığı bir futbol işleyişi sözkonusu. Bir de -bahsedilen tarzın belirli doğrularına sahip çıkmakla birlikte- topu daha dikine oynayan, yetenekli oyuncularına daha büyük özgürlükler vaadeden Real Madrid ve Borussia Dortmund örneğini verebileceğimiz farklı yapılar var. Hem daha tanınır ve izlenir hem de oyuncu karakterlerimizin daha benzeşir olması nedeniyle Real Madrid örneğinden hareket etmemiz daha uygun olacaktır. Gençlerbirliği ve Real Madrid'i kendi tabii oldukları ölçeklere göre değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatarak, bu iki ekip arasındaki en temel farkın ortasahadaki oyuncularının sağladıkları yararlar olduğu görüşündeyim. Real Madrid'de Khedira ve Xabi Alonso ikilisi defansif anlamda son derece agresif, tatlı sert bir üsluba sahipken; topu ön alana aktarım konusunda da Khedira'nın geri çekildiği ve Xabi Alonso'nun sahneye çıkarak, oyunu yeri geldiğinde geriye ve yana dönük paslarla rahatlattığı yeri geldiğinde de uzun ve dikine paslarla skor yönelimli tesirde bulunduğu bir hal görüyoruz. Biz de hem fiziksel yapılarının benzeşmesi hem de topa olan yabancılıkları ve agresiflikleri üzerinden bir Khedira-Özgür benzeşmesi bulabiliriz, ve inanıyorum ki, Özgür'ün bu lig standartları içerisinde bir Khedira kalitesine erişmesini rahatlıkla bekleyebiliriz. Bir diğer kıyaslama ise Xabi Alonso ve Azofeifa üzerinde mevzu bahis edilebilir. Zaman zaman o bölgede oynasa da, Azofeifa'yı, çok büyük bir yaratıcılık kabiliyetine sahip olmaması nedeniyle bir forvet arkası olarak tanımlayamayız. Şüphesiz ki bir önlibero da değil. Tam bu iki mevki arasında kalmış, daha tanımlayıcı olmak istersek 4-4-2'ye daha çok yakışacak bir göbek oyuncusu. Xabi Alonso gibi dikine ve uzun paslarda müthiş isabet sağlayabilecek, yine onun gibi orta saha agresifliğine ulaşabilecek, ancak, orta sahayla tüm takım arasındaki dinamizmi kurgulama noktasında ciddi bir noksanlık gösterecek bir isim. Fakat, tam verim alabileceğimiz bir Azo'nun, bu noksanlığa rağmen, o bölge için en uygun aday olduğu ve bu işin kotarılmasında güvenebileceğimiz ilk isim olduğu fikriyatına sahibim. Yine Real Madrid üzerinden kıyaslama yapmaya devam edersek, Mesut'un oynadığı pozisyon için bizim takımda uygun bir isim bulunmadığı, Fuat Hoca ısrarla forvet arkası oyuncusu istediği halde, bir açık oyuncusu olan Tomiç'in transfer edilmesi nedeniyle hocanın imkanlarının kısıtlı olduğunu kabul edebiliriz -ki aynı zamanda bu göreve yatkın bir diğer isim olan Mehmet Kara'nın neden gönderildiğini de sorgulayabiliriz-. Bu noktada getireceğimiz çözüm de yıllar içinde bir açık oyuncusundan forvet arkası oyuncusu dönüşen Marco Reus'un yaşayacağı evrimi Tomiç'te görmeyi ümit edebilir veya İngiltere'ye bir önlibero olarak geldiği halde, zaman içinde Premier Lig'in en özel forvet arkası oyuncularından biri olarak anılmaya başlanan Marouane Fellaini'nin yaşadığı dönüşümü, fiziksel yapısı ve oyun üslubu o niteliği kazanabilecek parıltıları veren Petroviç'ten bekleyebiliriz. Her iki ihtimalde de forvet arkası oyuncusundan beklentimiz olağanüstü bir kreatiflik değil, sistem içerisindeki tamamlayıcı misyonlar kazanmaları yönünde olacaktır.
 
Sonuç olarak, futbol seviyemizi yükseltmek istiyorsak oyunun merkezindeki çatıyı düzgün kurgulamalıyız, ancak, meselenin özünde teknik ekip tarafından bireysel yeteneklere mi yoksa tüm takımın birliğine mi öncelik atfedileceğine karar vermeliyiz. Bugün Hurşut'un, yarın x oyuncusunun takımdan önce gelmediği, bu oyuncuların bu sistem içerisinde efektif bir şekilde kullanılabildiği bir yöntem bulmalıyız.
 
Son satırları Ramazan'a ayırarak yazıyı nihayete erdirmek niyetindeyim. Defans hattının ortasahaya o kadar yaklaştığı bir pozisyonda Ramazan'ın yapması gereken o aradaki boşluğu elinden geldiği ölçüde sınırlamaya çalışmaktır. Dolayısıyla konumlanacağı en uygun yer de cezasahası yayı çevresidir. Vuruşun olağanüstülüğünü göz önüne getirince de, Ramazan'ın o saatten sonra pek bir önleyici etkisinin kalmadığını kabul etmemiz gerekmektedir. Hakeza ikinci golde de eğer siz rakibi altıpasa kadar sokuyorsanız, o noktada sorumlu olarak kaleciyi belirlemek çok yanlış olacaktır. Tosiç'in lakayt top kaybı ve Petroviç'in, hiç gocunmadan "akılsızca" olarak niteleyeceğimiz, bir savunma oyuncusu olarak rakibe feyk atma girişimlerinde hatanın aranması şarttır. İçinde linç kültürüne hatrı sayılır boşluk bırakan bu futbol ikliminde, taraftarlık anlayışımızı yeniden bir gözden geçirelim ve almamız gereken tavrın doğruluğu üzerine biraz daha düşünelim.
Facebook Yorumları
Facebook üzerinden yorum var.
Site Yorumları
YORUM YAZ
Adınız:
Yorum:
Okuyucularımızın görüşleri bizim için çok önemlidir.
İçinde küfür, hakaret, tehdit, aşağılama bulunmayan; aynı bilgisayardan farklı isimler ile yazılmayan tüm yorumlar yöneticilerimizin onayından geçtikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.
2
taraftar ruhu
11 Şubat 201313:56
Helal olsun Özhan Bey birçok kişinin içinden geçen, bazen insanların kırılmaması için söylemediği bazende yöneticilerin göz yumduğu birçok durumu yazmışsın yaptığın bu analizden ötürü bir taraftar ve futbol adamı olarak tebrik ederim
1
Bülent Atlas
7 Şubat 201316:36
Ve Allah 'oku' dedi!
ÖZHAN YÜKSEL